YAMALI YELKEN VE YUFKA YÜREKLİ BALIK

YAMALI YELKEN VE YUFKA YÜREKLİ BALIK

Dalgalar, sabahın ilk ışıklarıyla Minik İskele’nin altına ince ince vuruyordu. Kumru, köyün en meraklı çocuğuydu. Suyun kokusunu içine çekerken, eski tahta sandalına göz ucuyla baktı. Sandalın yelkeni yamalıydı; annesi eski masa örtüsünden kesip dikmişti. Kumru bu yelkeni, dedesinin deniz efsanelerinde geçen koca beyaz kanatlı gemilere benzetirdi. Ama o sabah, yelken ne kadar yamalıysa Kumru’nun yüreği de bir o kadar karışıktı.

Suda gümüş gibi parlayan küçük bir balık, sandalın etrafında dönüp duruyordu. Kumru başını eğdi. Balığın sırtında, ince bir hilali andıran süt beyaz bir leke parlıyordu. Belki sen olsan hemen ismini koyardın, ama Kumru tereddüt etti. Sonra mırıldandı: “Sana Aybenek diyeyim, olur mu?” Balık cıvıl cıvıl zıpladı, sanki kabul etti.

Kumru ipi çekip sandalı suya itti. Yelken, hafif bir esintiyle kabardı. Tam içine oturmuştu ki annesinin sesi geldi: “Dikkatli ol, fazla açılma!” Kumru başını salladı. Aslında tam emin değildi ama denemek istedi. İçinde küçücük bir korku düğümü vardı. O düğüm, gece örülen eski yün çoraplar gibi sıkı ve inatçıydı.

Aybenek, suyun üstünden Kumru’ya bakıyordu. Küçük balığın gözlerinde, sanki ince bir davet gizleniyordu. Kumru eğildi. “Bir şey mi oldu?” dedi. Balık, sandalın altına dalıp kayboldu. Bir an Kumru’nun kalbi göğsüne sığmadı.

Sonra suyun içinde ince kırmızı bir iplik fark etti. İplik, yelkenin alt kısmına dolanmıştı. Kumru’nun aklına dedesinin anlattığı eski bir hikaye düştü: Kırmızı ipliklerin kimi zaman insanın kalbine cesur bir yol çizdiği anlatılırdı. Bir an gülümsedi ama sonra dudağını ısırdı. Eğer ipliği çekerse yelken açılmayabilirdi. Çekmese, sandal hep burada kalırdı.

“Ne yapmalı?” diye fısıldadı. O sırada Aybenek tekrar belirdi. İpliğin ucundan hafifçe çekti. Sanki, “Birlikte deneyelim,” diyordu. Kumru ipliği tuttu, balık da diğer ucundan asıldı. Yavaş yavaş iplik gevşedi. Tam kurtulacak gibi oldu, sonra aniden düğüm oldu. Kumru hayal kırıklığıyla derin bir nefes aldı.

“Belki bu da bir işarettir,” dedi. “Her şey kolay olmamalı.” Aybenek usulca yüzüp sandalın yanına geldi. Gözleri küçücük ama inatçıydı. Kumru tekrar ipliği kavradı. Bu defa çekmek yerine düğümü yavaşça çözdü. Eli titriyordu. Korkusu, ağustos gecelerinde beliren ani rüzgarlar kadar serindi. Ama çözmeyi başardı.

Yelken birden doldu, sandal hafifçe ilerledi. Kumru’nun kalbi öyle hızlı atıyordu ki, belki suya düşecek sandı. Aybenek suyun yüzeyine çıktı, minik bir sıçrayış yaptı. O an Kumru, her düğümün ardında bir sır saklı olduğuna inandı.

Geri dönmek istedi ama aklı dalgaların ardında kalmıştı. Sanki orada başka bir macera onu çağırıyordu. Bir an tereddüt etti, sonra omuz silkti. “Belki biraz daha gidebilirim,” dedi. Yelken, eski masa örtüsünden olsa da sanki kocaman bir kanat gibiydi.

Aybenek sandalın etrafında dönerken Kumru ellerini yelken direğine koydu. Küçük bir kararlılık dolmuştu içine. Korku ve cesaret birbirine karışmış, tuhaf bir sıcaklık olmuştu.

O gün anladı ki bazen yardım, bir balığın sessiz kararlılığında saklıdır.

Cesaret, bir düğümü çözmek için titreyen elleri geri çekmemektir.

Suat Karaca
Editör

Suat Karaca

Dijital ortamda özgün ve bilgilendirici içerikler üretiyorum. Etkili yazı diliyle okuyucunun ilgisini çekmeyi, bilgi aktarmayı ve etkileşim sağlamayı önemsiyorum. Güncel konuları yakından takip ederek içerik stratejimi geliştiriyor, dijital dünyada aktif ve üretken bir rol üstleniyorum.

Yorumlar (0)

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!

Yorum Yapın